Futbol, evet, bir sonuç oyunu; maçlar puan amaçlı ama aynı zamanda futbol ve futbol maçı bir “seyir oyunu”; bir tür show. Yani, sinemaya iyi bir film, tiyatroya iyi bir oyun seyretmeye gidip ne zevk almayı tasarlıyorsanız, futbol maçı da biraz öyle bir şey. Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan, yıllarca en teknik, ayağına top en çok yakışan oyuncuları barındıran bir takım olmasıydı. Fenerbahçe marşına adını yazdıran Canlar, Lefterler, Fikretler öyle oyunculardı. Fenerbahçe, o tür oyuncularla büyüdü. Fenerbahçe sevgisi de milyonlarca insan da o teknik takımın seyir zevkiyle büyüdü.
Daha sonraki kuşaklarda Cemil, Selçuk, Rıdvan, Aykut, Oğuz gibi isimler; yabancılar arasında Okocha, daha sonra çok kısa süre kalsa da Ortega, hep yeteneği ve teknik kapasitenin yüksekliğini ifade etti.
Dolayısıyla, Fenerbahçe deyince akla hep teknik ve göze hoş gelen bir hücum takımı geldi. Fenerbahçe’nin futbol kişiliğine damgasını bu vurdu. Şimdiki Fenerbahçe, Pierre Van Hooijdonk’un ardından Alex gibi bir futbol cambazının katılması, o yetmiyormuş gibi dünyanın en iyi santrforlarından biri Anelka’nın da sarı-lacivertli renklere bürünmesi, giderek “Bütün Zamanların En İyi Fenerbahçe’si”ne doğru bir gidişi ifade ediyor. Bu isimlere, top ayağına yakışan Tuncay Şanlı, Ümit Özat, Marco Aurelio gibi isimleri eklediğini vakit, sahada seyrinden zevk alınan bir ekip ortaya çıkıyor.
Böyle bir takımda, Serkan Balcı, Kemal Aslan, Selçuk Şahin, Mehmet Yozgatlı, Fabio Luciano, Servet Çetin, Önder Turacı, Deniz Barış gibi savaşçılar da çok önemli rol oynuyorlar. Teknik yıldızlar, bu savaşçılar sayesinde parlayabilirler. Kaldı ki, bunların arasında Selçuk, Deniz, Mehmet, Önder hatta Servet bile teknik yetenekleri dikkat çeken oyuncular.
Böyle bir takımı Yönetim ile Christoph Daum birlikte kurdular. Bundan yıllarca önce, Almanya’da “devrimci” bir futbol anlayışı ile “mekanik Alman futbolu”nu sarsan Daum, kafasındaki futbolda devrimi 2007’ye yönelik olarak Fenerbahçe’de gerçekleştirmek istediği izlenimini veriyor.
Türkiye’deki futbol otoritelerinin de bir türlü anlamadığı, anlamaya yanaşmadığı durum da bu. Biz, Fenerbahçeliler, stadımızın tribünlerinde takımın oyunundan zevk alırken, Alex harikalar yaratırken, Alex ile Anelka gözü okşayan estetik ikiye birler yaparken, Tuncay ile Ümit müthiş deparlarla soldan fırtına gibi eserken, defans rakibe tek pozisyon vermezken; kısacası İstanbulspor maçından büyük mutluluk duyarken, bizim “futbol otoriteleri” hala Daum’u eleştirmekle meşguldüler. Hala, orta sahanın takviyesi gerektiğinden, Real Zaragoza’nın İstanbulspor’a benzemeyeceğinden söz edip, eleştiri oklarını takıma saplamakla nefes tüketiyorlardı.
Eğer Real Zaragoza, o defans dizilişiyle kendi sahasında oynadığı (ve 4 gol yediği) Barcelona maçındaki gibi oynarsa, Alex’in usta ayakları, Anelka’nın sprintleri ve Tuncay’ın driplingleriyle, Nobre’nin ataklarıyla bizim Fenerbahçe, o Real Zaragoza’yı kalbura çevirir. Bir kenara yazın.
Bu iddiayı nereden ediniyorum? Şuradan: Son haftalarda stada ne vakit girdiysem, dostlarıma o gün kaç gol atacağımızı söyledim ve hemen hemen hepsi tuttu. İstanbulspor maçına girerken, sormalarından önce, ellerimle “4” işareti yaptım. Ve, “en az” diye de ekledim. Eh, direklerde patlayan iki şutumuzu da eklerseniz, fena tahmin değildi.
Nereden mi tuttuyorum bu tahminleri?
Takımı görüyorum; takıma güveniyorum da ondan. Fenerbahçe’yi “neyi bulup de eleştireyim” diye seyretmiyorum. Daum’un işini kendisine öğretmeye kalkacak kadar kendimi kaybetmiyorum. İşini iyi yapan bir hoca olduğunu takımın aldığı sonuçlara, istatistiklere bakarak biliyorum. Onun hangi düzenle takımı, nasıl bir düşünceyle oynattığını anlamaya çalışıyorum. Kendi düşüncemi, Daum’a empoze etmeye kalkan, ekranlardaki, futbolu ne kadar anladıkları kuşkulu yorumculardan biri değilim.
O yüzden da tahminler genellikle tutuyor.
İbrahim Altınsay ta 18 Ağustos 2004’te yani sezonun başında Radikal gazetesinde şunları yazmıştı. O yazının şu satırlarını okumayan, okuyup da anlamayan futbol yorumcusuna futbol yorumcusu demek caiz değildir. Öylelerine de kulak asmayın. İşte o satırlar:
“Kafası rahat olursa, transferleri kendi yaparsa ve takımın tek patronu olduğunu herkese kabul ettirmişse Daum tasarladığı taktik planları sahaya yansıtan bir hoca. Bu taktik planlar içinde de kanat düzenlemeleri ilk sırayı alıyor. Daum kazanmaya mahkum takımlarda kanatların gerisine Serkan gibi atakçı özelliği olan oyuncuları yerleştiriyor, kanatların önüne de hızlı ama forvet ve golcü özelliği olan, Tuncay ve Serhat gibi futbolcular koyuyor. Bu oyuncular içeri kat ettiğinde atak özelliği olan bekler kanat oyuncusu gibi ileri çıkmalı. Tuncay ve Serhat gibi kanat forvetleri de ya orta yapmalı, ya onsekize dalmalı ya da ters kanattan atak gelişiyorsa uzak direğe gitmeli.
Takım sistemi olarak da, savunma top kazandığında topu ya uzun paslarla kanat kulvarlarına atmalı ya da orta sahadaki oyuncuya geçirmeli. Orta sahadaki oyuncu da bekletmeden topu yine uzun pasla kanatlara aktarmalı. Bu nedenle Daum’un takımlarının 4-1-5 ve hatta orta sahasız 5-5 oynuyor gibi gözükmeleri hiç de garipsenmemeli...”
İşte bu Fenerbahçe, tam bir “Daum takımı” olma yolunda. Alex’i Anelka’yla, Anelka’yı Alex’le birlikte seyretmek ayrı bir keyif, ayrı bir zevk.
Fenerbahçeli olmak ne mutluluk...